14 Eylül 2011

Domates küpleri


  

  

Yaz sonu geldi. Benim için yaz, havanın sıcaklığı ne olursa olsun, zaten hep okulların açılmasıyla birlikte biter. Okul yıllarından kalma bir duygu bu tabiki, çünkü o zamanlar yaz sonu demek, yazlıktan İstanbul'a dönmek demekti. Bu sene ise en son tatil olan ve yazın başından beri sabırsızlıkla beklenen bayram tatilinin bitmesi bir yerde yazın son noktası oldu.
Tabi yazın bitmesi demek sadece sıcak havalara, denize kuma, güneşe ve aylaklığa veda etmek değil, aynı zamanda taze domatese de veda etmek anlamına geliyor.

Geçen yaz sonu 30 Ağustos'ta Saroz’a gitmiştik. Oradan dönerken yolda farklı farklı yerlerden herhalde yaklaşık bir on kilo kadar Çanakkale domatesi almıştım dayanamayıp.  Tabi o kadar domatesi bozmadan bitiremeyeceğim için yiyemediklerimi dondurmuştum. Neredeyse bütün kışı işte o domateslerle geçirdim. Marketlerde kışın satılan ve domates taklidi yapan plastik tadındaki kırmızı şeylerden hiç almak zorunda kalmadan domates çorbası yapabilmek ya da makarna sosları hazırlayabilmek: priceless :)
Bu sene de bayram tatilinden dönerken bagajımda taze mısır, taze fasulye, sivri yeşil biber ve yaklaşık on kilo kadar da domates vardı. Domatesler bir gün önce tarladan, bir kısmı bizzat kendim tarafından toplanmıştı üstelik. Eğer bugüne kadar hiç güneşin ısıttığı sıcak bir domatesi ortadan ikiye bölüp üzerine tuz serptikten sonra ısırararak yemediyseniz neler kaçırdığınızı size anlatamam. Zira domates buzdolabına girip soğuyunca aromasının büyük bir kısmını maalesef kaybediyor. Kışın taze domates yemenin bedeli de maalesef bu.

Şu sıralar sokak satıcılarından ya da manavlardan yazın en güzel, en olgunlaşmış, tatlı domateslerini bulmanız mümkün. Kısacası paraya kıyıp, bulabildiğiniz en iyi domatestenalabildiğiniz kadar çok alın. Kışın kilosuna 7-8 lira verip alacağınız tatsız garip domateslerin yerine sayın harcadığınız parayı da... Garanti ediyorum karlı çıkıcaksınız.  Bu aldığınız domateslerle dondurulmuş domates küplerini kolaylıkla hazırlayabilirsiniz. Bütün kışı geçirmenize yetecek kadar domates küpü hazırlamak, bir pazar günü en fazla 1 saatinizi alır. Benim gibi sadece iki tane buzluğunuz varsa aynı işi donan domatesleri poşetleyip yenilerini yapmak için bir kaç defa tekrarlamanız gerekebilir sadece.

  

  

Ilk olarak domateslerin alt kısmına büyük bir artı işareti şeklinde derin olmayan birer kesik atın ve kaynar suyun içinde 1-2 dakika bekletin. Daha sonra bu domatesleri soğuk suya atın ve kabuklarını kolayca elinizle çekerek soyun. Eğer mutfak robotunuz varsa işiniz çok kolay. Soyduğunuz domatesleri ikiye bölüp robota atın ve püremsi kıvama gelene kadar ( ben bazı parçaların biraz daha büyük olmasını seviyorum, dolayısıyla çok su gibi bir kıvama getirmemeye dikkat ediyorum) robotta çırpın. 

Eğer robotunuz yoksa aynı işlemi küçük el robotunda veya hatta bir rende ile de yapabilirsiniz. Rende kullanacak olanlara ufak bir not: Rendelemeden önce domatesleri soymanıza gerek yok. Sadece bir kenarını ince kesip düzleştirin ve o taraftan rendelemeye başlayın. Böylece kabuk zaten elnizde kalacaktır.

Sonra domates püresini ister buz kalıplarında, ister poşetlerde ya da buzluk kaplarında dondurun. Ben buz kalıplarını tercih ediyorum, çünkü böylece her seferinde istediğim kadar domatesi, fazlasını hiç harcamadan, alabiliyorum.


Bu arada eğer domates küplerini hazırlarken içiniz kıyılırsa (ya da tamam, bahaneye gerek yok, sadece canınız isterse de!)  kızarmış iki dilim köy bagetinin üzerine ortadan ikiye bölünmüş bir sarmısağı sürüp, üzerine de iki kaşık domates püresi, zeytinyağı, tuz ve karabiber ekleyerek afiyetle mideye indirebilirsiniz!

Afiyet olsun! 



25 Ağustos 2011

The Kek


 

Orangette in yazarı Molly Wizenberg’in “A Homemade Life” adlı enfes kitabını okuyorum şu sıra. Bütün tarifler başlarında kısa hikayeler ile sunulmuş. Okuması çok keyifli. Yemeklerin hayatın içindeki yerini ve anılarımızın aslında ne kadar da çoğunun yemekler üzerinden oluştuğunu düşündürtüyor bana.



Kitaptaki ilk tarif babasının patates salatası. Onu henüz denemedim ve dener miyim ona da çok emin değilim çünkü ben de en azından patates salatası söz konusu olunca artık Alman ekolündenim. Oysa Burg, Molly’nin babası, salatasının sosunu patateslere ancak soğudukları zaman karıştırıyor.
İkinci tarif ise beni hemen harekete geçirdi. Okur okumaz markete koşup malzemelerimi tamamladım ve o akşam keki pişirdim. Zaten canım da ne zamandır meyvalı bir kek yemek istiyordu, bahanem oldu.


  

Yanlız tabi aceleme ve oburluğuma yenik düşüp, ilk denemem de keki kalıptan tam soğumadan çıkarmaya kalkınca bir miktar parçalandı. Dolayısıyla da bloğa eklenecek kadar eli yüzü düzgün olmadı. Eh tabi bu da bana iki gün sonra bu keki tekrar yapmak için bahane oldu böylece, şikayetçi değilim.

Efendim, bu tarif Molly’nin annesinden. Kendisi bu keki yapıp sonra bir de dondururmuş üstelik. Çözününce de çok lezzetli olurmuş. Ben denemedim daha doğrusu deneyemedim çünkü biz kekin tamamını yedik. Haftaya henüz hala taze böğürtlen bulunabiliyorken tekrar yapıp bir kısmını dondurucam bakalım sonrasında nasıl oluyormuş.

Bu arada kekin orjinal adı “Blueberry-Raspberry Pound Cake”. Amerikalıların bu pound kek dedikleri olay aslında fransızların “quatre-quart” keki. Bire bir tercümesi ile “dört tane dörtte birlik kısım”. Yani unu, şekeri, yağı ve yumurtayı eşit miktarlarda (250şer gram) koyuyorsunuz. Genel olarak bu malzemelere ek hiç bir aroma, meyva, vs eklenmiyor. Dolayısıyla aslında yaptğımız tam bir pound cake de değil ama adı öyle uygun görülmüş.

 

Kitaptaki tarfite böğürtlen ve frambuaz birlikte kullanılmış. Ben sadece böğürtlen koydum çünkü markette taze frambuaz bulamadım. Bunun dışında ilk yaptığım kekte herhangi bir likör kullanmamıştım ama ikincisinde “creme de cassis” yani frenk üzümü likörü kullandım. İlki benim damak zevkime göre sanki biraz  tatlı olmuştu ikincisi ise gene bana göre mükemmel oldu. Karar sizin.

Malzemeler
2 su bardağı + 8 yemek kaşığı un
1 çay kaşığı kabartma tozu
1/2 çay kaşığı tuz
5 büyük yumurta
1+ 2/3 su bardağı toz şeker
250gr tereyağı, oda sıcaklığında, küp küp kesilmiş
2 yemek kaşığı frenk üzümü likörü (böğürtlen, kiraz veya vişne de kullanılabilir)
2 su bardağı böğürtlen (veya 1 su bardağı böğürtlen ve 1 su bardağı frambuaz)

Yapılışı
Fırını 160C ye ısıtın. Standart bir kek kalıbını içini yağ ve un ile kaplayın. Bir kapta 2 bardak ve 6 kaşık unu, kabartma tozu ve tuzu karıştırın. 
Mutfak robotunda yumurta ve şekeri açık sarı renk alıncaya kadar çırpın (yaklaşık 1 dakika). Tereyağını ve 2 kaşık likörü ilave edin. Bir dakika daha çırpın. Kuru malzemeleri ilave edin. Bu noktada kuru malzemeler iyice karışana kadar çırpın, karışım parlak sarı ve tamamen homojen olmalıdır. Fazla çırpmamaya dikkat etmelisiniz. 
Kalan 2 kaşık un ile böğürtlenleri kapladıktan sonra onları da hazırladığınız karışıma ilave edin. Plastik bir spatula yardımıyla aşağıdan yukarıya doğru katlayarak meyvelerin karışım içinde parçalanmadan dağılmasını sağlayın. 
Fırında yaklaşık 1 saat- 1 saat 15 dakika pişirin. Kekin içine daldırdığınız bir bıçağın ucu kuru çıkıyorsa pişmiş demektir.

Afiyet olsun!!

18 Ağustos 2011

şeftali: yazın en yaz kokan meyvesi ....


   



Maalesef çok çok gecikti bu yazı. Keşke böyle  olmasaydı, keşke hemen oturupta yazabilseydim ama işte yazın son günleri artık ve bu son güneşli günler bitmeden öyle çok şey var ki yapmak istediğim, yazmaya bir türlü fırsat bulamıyorum. Özellikle de şeftali bu kadar bol olunca ne yapsam acaba diye devamlı yemek kitapları karıştırmaktan, internette tariflere bakmaktan ve her yaptığım denemeden sonra hep aklımda başka tariflerin kalmasından dolayı yazı ertelendikçe ertelendi. Hatta durum öyle vahim bir hal aldı ki, şeftalili tariflerin altında epey uzun bir bloğa eklenecekler listesi bile birikti...Kısacası, o oldu bu oldu, ama sonuç şu ki ben haftalardır şeftaliyi aklınıza gelebilicek her şekliyle yedim. Halen de devam etmekteyim.

   
O kadifemsi kabuklara her dokunuşumda bir tanesini alıp hemen musluğun üzerine eğilerek, suları kollarımdan akarken ısırarak yemekten başka birşey düşünemez oluyorum. Zaten itiraf ediyorum, dolaptaki stoğumun büyük bir çoğunluğunuda bu şekilde tükettim. 






















Peki geri kalanıyla neler mi yaptım? Mesela şeftalili ve karamelize kırmızı soğanlı roka salatası, şeftalili bellini, şeftali püreli yoğurtlu dondurma, şeftalili kek.... sırada şeftali marmelatı ve şeftalili pizza düşünüyorum, bakalım...

Bu kadar şeftali nereden geldiğini de merak ediyorsunuzdur diye düşünüyorum. Hemen söyliyeyim; İznik'ten, babamın şeftali ağaçlarından... Ağaçlar artık iyice büyümüşler, giyinip süslenmiş kız çocukları gibi olmuşlar, misler gibi de buram buram şekerli şeftali, yeni kesilmiş ot ve her hafif esintide de ferah bir odunumsu koku yayıyorlar.

Bu seferki tarife gelince, maalesef resmi yok, çünü rokalı şeftali salatasını yapıp teyzemlere barbeküye götürdüm. Orda da resmi çekilemeden tükendi. 

Malzemeler
1 demet roka
2 adet sulu şeftali
1 orta boy kırmızı soğan
2 dilim beyaz peynir
1 tatlı kaşığı bal
2 çorba kaşığı balzamik sirkesi
zeytinyağı
tuz karabiber

Soğanı ince ince dilimledikten sonra, yapışmayan bir tavada kızdırdığınız 2 kaşık zeytinyağında hafifçe kavurun. Balzamik sirkesini ve balı ekleyerek soğanları karamelize edin. Rokayı servis kabınıza koyun. Üzerine kabuklarını soyduğunuz şeftlileri dilimleyin. Beyaz peyniri bir çatal yardımıyla kırarak salatanın üzerine serpiştirin. Soğanlar biraz ılınınca onları da ekleyin. Sos için bir kaşık balzamik sirke, üç kaşık zeytinyağı,  tuz ve karabiberi bir kavanozda sallayarak karıştırarak servis yapmadan hemen önce salataya ilave edin.

Afiyet olsun!

2 Ağustos 2011

yaz makarnası


Sıcak bir yaz akşamı, ocağın başında dikilmeden, bunalmadan, pişirilip 10 dakikada sofraya gelen bir makarna desem size? Malum domateslerde artık nihayet iyice kızarıp tatlandı hem. Lafı fazla uzatmaya da gerek yok aslında...basit. lezzetli. keyifli. hepsi bu!


Çukur bir kaba sabahtan 2 diş sarmısağı ince ince doğrayın üzerine 3-4 kaşık zeytinyağı ekleyin ve üzerini kapatın. Önceden hazırlanmış sarmısaklı zeytinyağınız varsa onu da kullanabilirsiniz. Hatta hatta sabahtan hazırlamasanız da akşam gelince yapıp 1-2 saat bekletseniz bile yeter. 
Domateslerin (3-4 tane) kabuklarını soyup küp küp doğrayın, zeytinyağı ve sarmısakla karıştırın. Tuz-karabibek ekleyin. Fesleğen yapraklarını makasla ince kesin. Bu tarif içinpek fazla ölçü vermiyorum çünkü dilediğiniz kadar hazırlayabilirsiniz. Tek şart, domatesiniz güzel olsun!
Bu hazırladığınız sosu üzerini streç filmle kapatıp 1-2 saat bekletirseniz aromalar birbine daha güzel karışır. 

Makarnanızı paketteki süreye göre haşlayıp süzdükten sonra sıcak makarnayı sosun üzerine boşaltın. Makarna henüz sıcakken, küp küp doğradığınız mozarella peynirni karıştırın. Peynir hafifçe erimeye başlayınca tüm sosu karıştırın. Eğer dayanabilir de hemen yemezseniz, ki itiraf ediyorum biz yedik, bir on dakika sonra bütün lezzetler iyice karışıp oturmuş oluyor ( eh olmadı ikinci tabağa kısmet!)
Bu sefer önce tarifi anlatmış olduk, bare malzeme listesini de şimdi verelim.
Gözde'ye rüzgar gülleri için teşekürler! 


Malzemeler:

3-4 olgun, güzel kırmızı domates
2-3 diş sarımsak
9-10 yaprak fesleğen
zeytinyağı
tuz-karabiber
istediğiniz çeşit makarna (ben kepekli spagetti kullandım)

                             

                             

afiyet olsun!!!

27 Temmuz 2011

maydanozun en güzel hali salatası



Çok üzgünüm yine uzunca bir ara verdim. Malum, doktora yapıyorum, kolay değil, ne olur mazur görün artık... Ama bu uzun arada bol bol yedim, içtim, okudum, yepyeni yemekler hayal ettim ve şimdi sırayla hepsini buraya ekleyeceğim. 
Şu sıra üzerine en çok düşündüğüm konulardan bir tanesi de yaz ve yaz yemekleri. Sanki damak tadımız da mevsimlerle değişiyor. Mesela ben ki çorba delisiyimdir, yazın aklıma babaannemim domatesli şehriye çorbasından başka çorba yapmak gelmiyor (ay şimdi tam da bunu yazarken şöyle acılı, bol körili mercimek çorbamı da özledim hani!). Hayır sıcakta insanın canı belki de bir şey çekmiyor o yüzden de yazın pek yemekle aramız olmuyor diyeceğim ama külliyen yalan, benim canım özellikle de yaz akşamları böyle dışarılara efil efil masalar kurulsun, rakılar, şaraplar içilsin saatlerce oturulsun istiyor. Öyle karpuz peynirle akşam yemeği geçiştirebilenlerden değilim yani anladığınız gibi. Ama işte yaz geldi mi bir evde yemek yapma tembelliği oluyor, sıcaktan herhalde... Yani düşünsenize fırın yanmış 200 derecede, siz önüne eğilmişsiniz, saatlerce şöyle hallicene bir tavuk budu pişiriyorsunuz şaraplı sosta. Yok, olacak iş değil, insan sıcaktan fırına ihtiyaç duymadan fenalaşıyor zaten. Dolayısıyla kendimize göre yaz menüleri oluşturuyoruz. En tembellerimiz de karpuz peynirle takılıyorlar (kızmak yok, biz de seviyoruz o ikiliyi, hele de yanında bir duble rakıyla!)
Benim şu sıralar favorim, Ottolenghi'nin yaban turplu taze patates salatası, yanına da somon füme... yani minimum efor maksimum lezzet. Tarifi buradan bulabilirsiniz. Yanlarına bazen bir de taze maydanoz salatası ekliyorum, süper bir üçlü oluyorlar. İşte bugün o maydanoz salatasının tarifini vereceğim. Denediğiniz zaman mutlaka bana yazın, beğeneceğinize eminim.

                                       

maydanozun en güzel hali salatası 

Malzemeler:

1 demet maydanoz
1/2 demet taze nane
4-5 orta boy taze soğan
4-5 çengelköy badem salatalık
1 avuç köftelik bulgur
Sumak ekşisi /nar ekşisi /balzamik üçlüsünden herhangi biri
zeytinyağı
tuz-karabiber

Baştan söyleyeyim, yapımının en zor yanı maydanozları yıkamak. Artık olsun o kadar. Şaka bir yana, tüm malzemeleri incecik kıyıyorsunuz bir güzel. Bulguru azıcık sıcak suyla ıslatıp, bir kenarda on dakika bekletip kabartıyorsunuz. Sonra da hepsini büyük bir kapta karıştırıyorsunuz. Zeytinyağını ve ekşisini de eklediniz mi dilediğiniz kadar, hepsi tamam!  İsterseniz içine küp küp kesilmiş renkli biberlerden veya 5-6 tane yarıya bölünmüş kiraz domates de ekleyebilirsiniz, çok yakışıyor.

Özlemişim bloğumu yahu! Afiyet olsun!

11 Mayıs 2011

Fırında Kuşkonmazlı Tavuk


Kuşkonmaz serisine devam. Hem çok hafif hem de çok lezzetli ve pratik. Tavuğu ben genelde bütün alıyorum ve kendim parçalarına ayırıyorum. En azından gerçek bir tavuk yediğim duygusu veriyor bana. Tarif Jamie'nin "Cook with Jamie" kitabından uyarlandı. Bence Jamie'nin en güzel kitabı bu arada ama maalesef henüz Türkçe'ye çevirilmedi.

Malzemeler

1 demet kuşkonmaz
2-3 orta boy domates ( Jamie, kiraz domates kullanıyordu)
4-5 diş taze sarımsak
Biberiye
Tuz
Karabiber
Bir bardak beyaz şarap
Zeytinyağı
Limon kabuğu rendesi

Hazırlanışı:

Tuz, karabiber, sarmısaklar, limon kabuğu ve biberiyeyi zeytinyağı ile havanda döverek karıştırın. Bu karışıma beyaz şatrabı da ekleyin. Kuşkonmazları temizleyin ve 4-5cm uzunluğunda kesin. Domatesleri dörde bölün. Tüm sebzeleri ve tavuğu bir fırın kabına alıp hazırladığınız sıvı karışımla iyice ovun.



Fırını 200C ye ayarların. Fırın kabının üstünü alüminyum folyo ile kapatarak 1 saat pişirin. Üzerini açıp tavukların üstü kızarana kadar yaklaşık yarım saat daha pişmesini bekleyin.
Yanında beyaz şarap ve çıtır yufka ile servis yapabilirsiniz.


Afiyet olsun!!   

10 Mayıs 2011

Michael Pollan'nın Yemek Kuralları : Eat food. Not too much. Mostly Plants.

Bugün geçen hafta keşfedip kelimenin tam anlamıyla bir çırpıda okuduğum "The Omnivore's Dilemma" ve "Food Rules" adlı kitaplardan bahsetmek istiyorum. Kitapların yazarı olan Michael Pollan Berkeley üniversitesinde gazeticilik bölümünde profesör, aynı zamanda New York Times tarafından "liberal, foodie ve entellektüel" olarak tanımlıyor.  Pollan, kafayı biraz yediklerimizin geldiği yer, kalitesi ve doğanın düzeni ile bozmuş. Yemeğin, yani tüm doğal ve işlenmiş gıda ürünlerinin, masamıza gelene kadar hangi aşamalardan geçtiğini, tohumdan son ürüne kadar ne tarz sanayi proseslerine maruz kaldığını ve tarım sektörünün nasıl bir endüstri ("agribusiness")  haline geldiğini etkileyici ve basit bir dille anlatıyor. Özellikle Amerika'daki yeme alışkanlıklarının ve tüketilen besin maddelerinin değişmesi sonucunda kendi ebeveynlerinden daha kısa yaşam beklentisi olan ilk neslin nasıl ve neden oluştuğuna - ve oluşturulduğuna-  çarpıcı açıklamalar getiriyor.

Maalesef benim bulabildiğim kadarıyla, Food Rules ve In Defence of Food henüz Türkçe'ye çevrilmemiş. Eğer ingilizcesini okumak isterseniz dili oldukça yalın.

Fakat dikkat okuduklarınız kesinlikle hoşunuza gitmeyecek, bu kadarını şimdiden söyleyebilirim.

Pollan'nın yemek kuralları oldukça basit, temel prensibi: "Yemek (yemek olarak tanımlanabilen besinleri) yiyin. Çok fazla yemeyin. Çoğunlukla bitki yiyin." (Eat food. Not too much. Mostly plants).  Bu üç cümlecik kitapların temelini oluşturuyor. Food Rules'da doğru beslenebilmek için hergün yapmamız geren seçimleri çok basit temellere dayandırılarak anlatılıyor. Örneğin kurallarından bazıları:

  • "İçerisinde beşten fazla madde bulunan hazır besinleri almayın", 
  • "Normal bir insanın mutfağında bulunmayan ürünleri içeren besinleri tüketmeyin" (askorbik asit, monosodyum glutamat, stabilizatör???) 
  • "Bir yiyecek tüm dillerde aynı isimle anılıyorsa gerçek yemek değildir (Pringles, Big Mac, vs)" gibi...

"The Omnivore's Dilemma"(Türkçe'ye Pegasus yayınları tarafından Etobur-Otobur İkilemi olarak çevrilmiş) ise yemek endüstrisinin tarladan başlayarak süpermaretlere oradanda soframıza gelene kadar ne tür politikalar izlediğini ve neleri hedeflediğini anlatıyor. Marketten alışveriş yapan herkesin her iki kitaba da sahip olması bence kesinlikle şart. Zaten dediğim gibi kitaplar çok güzel bir dille yazılmışlar ve bir solukta okunuyorlar.

Şiddetle tavsiye olunur!!!

5 Mayıs 2011

Spargelzeit...



Spargelzeit, yani Almanca "kuşkonmaz zamanı". Nisan ortasından haziran aynın başına kadarki kısacık zaman dilimi kuşkonmaz mevsimidir. Ülkemizde çok fazla tanınmayan ve hak ettiği yeri henüz bulamamış olan bu güzel sebze özellikle Almanya, Fransa, Hollanda'da ve Asya mutfağında (Çin ve Tayland) baş tacı edilir. Yeşil, beyaz ve mor olma üzere üç çeşidi vardır. Yeşil kuşkonmaz tüm dünyada tüketilirken, daha tatlı ve yumuşak olan beyaz kuşkonmaz Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda'da revaçtadır.  Bizde daha çok rastlanan mor çeşidinin ise kökeni İtalya'dır.

Çok düşük kalorili ve zengin bir lif kaynağı olan kuşkonmaz yükek miktarda B, A, C, E, K vitaminleri ve kalsiyum, magnezyum, çinko gibi mineralleri bol miktarda içerir. Dünyadaki en önemli kuşkonmaz üreticileri ise sırasıya Peru, Çin ve Meksika'dır.

Evet, bu kadar ansiklopedik bilgiden sonra ben de blogumdan resmi olarak kendi kuşkonmaz mevisimimi açıyorum! İlk tarifim "Kuşkonmazlı bahar makarnası". Basit, lezzetli, sağlıklı.



Malzemeler

250 gr kepekli burgu makarna
1 demet kuşkonmaz
2 yuvarlak kabak
3 diş sarımsak
1/2 limonun suyu 
1 limon kabuğu rendesi
parmesan
tuz 
karabiber
zeytinyağı

Kuşkonmazların alt kısımlarından yaklaşık 3-4 cm lik bir kısmı keserek atın. Bu bölüm çok sert olduğundan yenmesi zordur. Baş kısımlarından yine 4 cm'lik bölümü kesip kenara ayırın. Bu parçaları makarnanın suyu ile birlikte kısa süre pişirmeniz yeterli olacaktır. Kuşkonmazların gövdelerini ince ince doğrayın. Zeytinyağını geniş bir tavada kızdırın. Sarmısakları doğrayıp renkleri şeffaflaşana kadar tavada, 1 dakika,  çevirin. Kuşkonmazları ve rendelenmiş limon kabuğunu ekleyin. Ara ara karıştırarak 20 dakika kadar pişirin. Bu sırada kabakların kabuklarını alacalı doğrayın ve kabakları yarım ay şeklinde ince ince dilimleyin. Kuşkonmazlar pişince (yumuşamış fakat hafif diri olmalılar) bir kenara alın ve aynı tavada kabakları 7-8 dakika soteleyin. Kabaklarda hafif diri kalsın. Daha sonra makarnayı tuzlu suda paketin üzerinde yazan zamana göre pişirin. Son 6 dakikada makarnanın suyuna ayırdığınız kuşkonmaz başlarını da ekleyin. Makarnanın suyundan bir fincan ayırdıktan sonra süzün (ve lütfen çalkalamayın!!!) . Makarnayı, kabak ve kuşkonmazlarla beraber tavada karıştırın. Limon suyunu ve parmesanı ilave edin. Eğer ihtiyaç duyarsanız makrnanın suyundan da ekleyebilirsiniz. 
Üzerine taze karabiber ve rendelenmiş parmesan koyarak servis yapın.

Afiyet olsun!

2 Mayıs 2011

"Dis-moi ce que tu manges, je te dirai ce que tu es"

Tam 5 aydır yazmamışım bloğuma. Araya blogspot'un kapanıp-açılması, seyahatler, yeni tarifler, doktora çalışmalarım yani hayatın koşuşturması girdi kısacası... 

Malum önümüz artık yaz, baharın en güzel günlerini yaşanmaya başladık. Hava ılık, püfür püfür bir rüzgar esiyor. Sizin de canınız açık havada oturup bir kadeh beyaz şarap içmek istemiyor mu? Neyse ki geçen hafta üç gün Antalya, haftasonu da İznik yaparak bu açıkhava özlemimi biraz da olda giderdim ben.

Yaza yaklaşmaktan bahsetmişken, baharla beraber yeni kararlar da aldım tabiki de. Bunlardan ilki yediklerime daha fazla dikkat etmek. Hatta deyim yerindeyse biraz yeme-içme snobu olmak bundan sonra. Sağlıklı beslenip lezzetten ödün vermemek. Tam olarak bir kilo verme çabası değil bu, daha çok "ne yiyorsan o'sundur" felsefesini benimsemek, dolayısıyla da kendimi "utandıracak" şeyler yememek ama yediğim hiçbir şeyden de pişmanlık duymamak, sadece keyif almak. Bu düşünce ilk 1800'lü yılların başlarında ortaya çıkmış: "Dis-moi ce que tu manges, je te dirai ce que tu es" (Anthelme Brillant-Savarin, Phisiologie du gout), 1863 'te Almanya'ya ulaşmış "Der Mensch ist, was er isst". Her iki deyişte de anlatılmak istenen insanın yediklerinin beden ve ruh sağlığı üzerinde etkili olduğudur. Bu cümle ingilizceye 1942 yılında Victor Lindlahr'ın "You are what you eat: how to win and keep health with diet" kitabı ile girmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. 

Neyse, çok uzattık konuyu. Kısacası benim de uygulamak istediğim düşünce buna benziyor. Keyif ve sağlık için yemek. 
Kendimce üç tane ana kural belirledim:
1. Abur-cuburdan kesinlikle uzak durmak (işlenmiş-hazır gıdaları, MSG içeren besinleri vücuduma sokmamak)
2. Alkol'ü azaltmak (daha doğrusu gereksiz kalori almamak için sadece kaliteli alkol almak)
3. Porsiyon kontrolü (sadece bir tabak yediğinizde hiç bir yiyecek fazla kalorili veya zararlı olmaz)

Evet bu kadar filozofi yeter. Şimdi sizin için de iyi bir başlangıç olabilecek çok nefis bir önerim var: Suda somon ve limonlu cacık!! Sakın balıkla yoğurt yenmez demeyin, zira bu tabu artık yıkıldı, bu ikilinin lezzeti sizi gerçekten şaşırtacak üstelik yediğiniz en hafif somon balığını (yağının önemli bir kısmı suya geçiyor) evinizi hiç kokutmadan ve 5 dakika içinde hazırlamış olacaksınız. Tarif Ellie Krieger'dan.  



Malzemeler:
2 su bardağı su
2 su bardağı beyaz şarap
1 limon
2 adet defne yaprağı
Somon fileto (derisi üzerinde kalmalı)

Bir tencereye suyu, şarabı, defne yapraklarını ve kabuğu soyulmadan halka halka dilimlenmiş limonu koyup kaynatın. Tarifin orijinalinde suya maydanoz yaprakları da katıyor. Ben koymadım. Karar size kalmış. Kaynayan suya somonu derisi altta kalacak şekilde yerleştirin. Somonun üstü tamamen kapanmazsa biraz daha su ekleyebilirsiniz. Tencerenin kapağını kapatıp 8 dakika pişirin. (tencereyi kapatmazsanız 10 dakika pişirmenizi tavsiye ederim). Somonu geniş bir tabağa yerleştirin ve soğuması için kenara alın. Gene tarifin orijinalinde üzerini kapayıp buzdolabında üç saat bekletiyor. Biz çok açtık, dolayısıyla öyle yapmadık ve ılık ılık süper oldu.

Yanına ince kıyılmış nane, rendelenmiş ve suyu süzülmüş salatalık, limon kabuğu rendesi, sarımsak, limon suyu ve 1 kaşık zeytinyağı ile süzme yoğurttan cacık yapın. Balıkla birlikte ne kadar güzel gittiğini deneyip görmeniz lazım! Biz şarabın kalanınıda yemekle beraber içtik. Yani tavsiyem beyaz şarap. 

Hepinize afiyet olsun !!!



21 Aralık 2010

Erken Yılbaşı ve Naneli Pilav




Yılbaşı gecesi birlikte olamayacağımız dostlarımızla erken bir yılbaşı kutlaması yaptık bu sene. Menüyü internette ve evdeki kitaplarda araştırmalar yaptıktan ve eldeki malzemeleri gözden geçirdikten sonra yarı-klasik olacak şekilde oluşturdum. Maalesef hepimiz yemeğe daldığımız ve bende servisle uğraştığım için fazla fotoğraf çekemedik. Olsun herşey çok güzel oldu, yedik içtik keyifli bir gece geçirdik. Tarifleri de yavaş yavaş burda yayınlicam. 

Öncelikle yılbaşı dönemi evinde misafir ağırlayacaklar için oluşturduğum menüyü paylaşmak istiyorum, belki sizlerde ne yapsam diye kafa patlatıyorsunuzdur şu sıralar.

Aperatif olarak üç çeşit kanape hazırladım. İlki tapenade sosluydu. Ben benimkini Paris'ten getirmiştim ama aslında Güney Fransa'ya özgü olan bu sosu evde de kolaylıkla hazırlayabilirsiniz. İçerisinde zeytin ezmesi, ançuez, kapari, sarımsak ve zeytinyağı var. İkinci çeşit humuslu ve pastırmalıydı. Humusu evde kendim yaptım, hafif ekşimsi güzel bir kıvamda oldu. Kanapelerin üzerine pastırmayla birlikte çok yakıştı. Tarifini yakında paylaşıcam. Üçüncü çeşit ise somon füme, labne ve bir parça yabanturbu sosu ile yaptığım Alman usulü kanapelerdi. Oldukça popüler olduklarını söylememe gerek yok herhalde.

Bunların yanı sıra Rani peynircilikten aldığımız dört çeşit peynirden oluşan ufak bir peynir tabağı da aperetif olarak idealdi. Biraz reklama giriyor ama marketlerde satulan kötü fransız peynirlerine dünyanın parasını vereceğinize Akaretler'deki Rani peynirciliğe ara sıra uğramanızı tavsiye ederim. Farkı görüceksiniz.



Başlangıçlar iki çeşit soğuk meze ve iki çeşit salatadan oluşuyordu: Çerkez tavuğu ve ekşi elmalı kereviz salatası ile kuru incirli, portakallı karışık salata ve narlı roka salatası. Hepsinin tariflerini yakında yazıcam umarım.

Ara sıcak olarak brokoli ve karidesli mini kişler hazırladım. Bence gerçekten çok güzel olmuşlardı. Bilmem konuklarım ne düşündüler (yorumlar lütfen!).

Ana yemek ise kurban bayramından sakladığım koyun budu ve yanında naneli pilav ve Cafe Fernando'da görüp denediğim (ve bana brüksel lahanasını ilk defa gerçekten sevdiren!) kremalı brüksel lahanasından oluşuyordu. 

Etten geriye kalanlar...

Etin tarifi başka bir yazıya!

O kadar çok tarif sözü verdim ki bakalım bu ay bunların hepsini yetiştirebilicek miyim! Neyse gelelim bugünkü yazının başlığına: Naneli Pilav

Dediğim gibi o gece fotoğraf çekemeden yemeye koyulduğumuz için pilav, et
ve brüksel lahanası yanyana fotoğraflanamadılar!

Bu pilavı sıklıkla anneannem yapar bende normalde çok pilavcı olmamama rağmen çok severim. Özellikle ağır kırmızı etlerin yanında insanı ferahlatan bir tadı vardır. Ananemin tarifi normal baldo pirinç ile. Ben yasemin pirinci kullandım. Tercih size kalmış.

Malzemeler

2 su bardağı yasemin pirinci
2,5 su bardağı su
1 demet taze nane
1 çorba kaşığı kuru nane
6-7 adet taze soğan
1,5 çay kaşığı kırmızı pul biber
tereyağı
tuz, karabiber

Hazırlanışı

Naneyi ve soğanları çok ince kıyıp tereyağında hafifçe kavurun. Fazla pişirip renklerinin kararmamasına dikkat edin, pilavınızın güzel bir yeşil rengi olmalı. Kuru naneyi ekleyin. Pirinçleri bol su ile defalarca yıkayın. Defalarca derken ciddiyim. Pilavınızın tane tane olmasını istiyorsanız pirinci üzerindeki nişastadan arındırmalısınız. Tencereye 2,5 bardak suyu ve pirinçleri ekleyin. Kaynamaya başladıktan sonra altını kısıp 13 dakika pişirin. Sonra ocağı kapatıp 10 dakika dinlendirin. 10 dakikanın sonunda pilavınızı tahta bir kaşık ile çok ezmeden karıştırıp bir parça daha tereyağı ekleyin. Tuz ve karabiberini ayarlayıp tadına bakın. Tencerenin ağzını kağıt havlu veya mutfak bezi ile kapatıp en azından 20 dakika daha dinlendirin. Servisten önce ekleyeceğiniz tereyağı çok önemlidir. Ben çok yağlı pilav sevmem bu nedenle tereyağının miktarını belirtmedim. Siz de damak zevkinize göre ekleyebilirsiniz ama en sonda eklediğiniz tereyağını asla es geçmeyin çünkü pilavın parlak ve daha lezzetli olmasını sağlar.

16 Kasım 2010

İyi Bayramlar

Bayramdan önce Paris'ten Julie'nin evinden ufak bir manzara... Şarap ve peynirle geçen mutlu günlerin sonunda acaba tuzlu tereyağından daha muhteşem bir şey olabilir mi acaba diye soruyor insan kendine...


Ve sonrasında İznik'te bayram ve günbatımı. Herkese sağlıklı, bol yemeli içmeli, mutlu bayramlar efendim.









Balkabağı Çorbası




Artık resmi olarak sonbahar geldi bence. Eylül-ekim , tamam biraz sonbahardı ama kasım ayı kesinlikle sonbahar olmalı. Bundan sonra akşamları çorba içme, haftasonları vicdan azabı çekmeden öğlene kadar evde tembel tembel pijamalarla gezme, sinemaya gitme, amaçsız sokaklarda dolaşıp sıcak bir kahve için bir kafeye girme ve muhteşem romanlar okuma zamanı. 
Dediğim gibi, her ne kadar halen pastırma yazını yaşıyor olsak da benim için sonbahar kasımda başlar. Bu nedenle çorba mevsimi de resi olarak açılmış oluyor. Son günlerde sevgilimle sık sık zencefilli tavuk suyuna noodle çorbası yaptık ve itiraf etmeliyim ki vazgeçilmez mercimek çorbamın yerini almaya şimdiden aday oldu bu çorba. Ama bugünkü yazmın konusu şimdilik değil. Bugün çok uzun zamandır aklımda olan, rastladığım her menüde mutlaka denediğim, bir iki kere dost sofralarında denk geldiğim ve yapmak için fırsat kolladığım balkabağı çorbası.


Size de olur mu bilmiyorum ama bazı yemekleri yapmak için ben belli koşulların oluşmasını yada özel günleri bekliyorum mutlaka. Nihayet bu seneki geleneksel noel yemeğinde giriş yemeği olarak balkabağı çorbası yapmaya karar verdim de en sonunda bu çorbanın da denemelerine başlayabildim. 2-3 çeşitlemeden sonra elde ettiğim sonuçtan da çok memnunum üstelik. Çorbanın temeli zaten genel olarak tüm tariflerde aynı. Ben "le soup book" adlı kitaptaki tarifi kullandım.


Yanlız tarifteki defne yapraklarını eklemek yerine çeşitli baharatları denedim. Balkabağının hafif tatlımsı tadına en çok köriyi yakıştırdım. Bakalım sizler de benimle hemfikir olacak mısınız?

Malzemeler
1 kiloluk ayıklanıp doğranmış tatlı kabak
2 orta boy patates
1 yemekkaşığı zeytinyağı
köri
tuz
taze çekilmiş karbiber
1 top tereyağı

Yapılışı

Patatesleri ve kabağı küçük küpler şeklinde doğrayıp 5 dakika boyunca derin bir tecerede zeytinyağında çevirin. Üzerini kaplayacak kadar su ekyin ve sebzeler yuuşayıncaya kadar pişirin.


El mikseri ile ezin. Tuzunu ve karabiberini ayarların. Köriyi istediğiniz lezzete ulaşana kadar ilave edin. Servis yapmadan önce ayrı bir kapta tereyağını eritin, kırmızı biber ekleyip yağı iyice kızdırın ve her porsiyonun üzerine 1 tatlı kaşığı koyun.




Afiyet olsun!