2 Mayıs 2011

"Dis-moi ce que tu manges, je te dirai ce que tu es"

Tam 5 aydır yazmamışım bloğuma. Araya blogspot'un kapanıp-açılması, seyahatler, yeni tarifler, doktora çalışmalarım yani hayatın koşuşturması girdi kısacası... 

Malum önümüz artık yaz, baharın en güzel günlerini yaşanmaya başladık. Hava ılık, püfür püfür bir rüzgar esiyor. Sizin de canınız açık havada oturup bir kadeh beyaz şarap içmek istemiyor mu? Neyse ki geçen hafta üç gün Antalya, haftasonu da İznik yaparak bu açıkhava özlemimi biraz da olda giderdim ben.

Yaza yaklaşmaktan bahsetmişken, baharla beraber yeni kararlar da aldım tabiki de. Bunlardan ilki yediklerime daha fazla dikkat etmek. Hatta deyim yerindeyse biraz yeme-içme snobu olmak bundan sonra. Sağlıklı beslenip lezzetten ödün vermemek. Tam olarak bir kilo verme çabası değil bu, daha çok "ne yiyorsan o'sundur" felsefesini benimsemek, dolayısıyla da kendimi "utandıracak" şeyler yememek ama yediğim hiçbir şeyden de pişmanlık duymamak, sadece keyif almak. Bu düşünce ilk 1800'lü yılların başlarında ortaya çıkmış: "Dis-moi ce que tu manges, je te dirai ce que tu es" (Anthelme Brillant-Savarin, Phisiologie du gout), 1863 'te Almanya'ya ulaşmış "Der Mensch ist, was er isst". Her iki deyişte de anlatılmak istenen insanın yediklerinin beden ve ruh sağlığı üzerinde etkili olduğudur. Bu cümle ingilizceye 1942 yılında Victor Lindlahr'ın "You are what you eat: how to win and keep health with diet" kitabı ile girmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. 

Neyse, çok uzattık konuyu. Kısacası benim de uygulamak istediğim düşünce buna benziyor. Keyif ve sağlık için yemek. 
Kendimce üç tane ana kural belirledim:
1. Abur-cuburdan kesinlikle uzak durmak (işlenmiş-hazır gıdaları, MSG içeren besinleri vücuduma sokmamak)
2. Alkol'ü azaltmak (daha doğrusu gereksiz kalori almamak için sadece kaliteli alkol almak)
3. Porsiyon kontrolü (sadece bir tabak yediğinizde hiç bir yiyecek fazla kalorili veya zararlı olmaz)

Evet bu kadar filozofi yeter. Şimdi sizin için de iyi bir başlangıç olabilecek çok nefis bir önerim var: Suda somon ve limonlu cacık!! Sakın balıkla yoğurt yenmez demeyin, zira bu tabu artık yıkıldı, bu ikilinin lezzeti sizi gerçekten şaşırtacak üstelik yediğiniz en hafif somon balığını (yağının önemli bir kısmı suya geçiyor) evinizi hiç kokutmadan ve 5 dakika içinde hazırlamış olacaksınız. Tarif Ellie Krieger'dan.  



Malzemeler:
2 su bardağı su
2 su bardağı beyaz şarap
1 limon
2 adet defne yaprağı
Somon fileto (derisi üzerinde kalmalı)

Bir tencereye suyu, şarabı, defne yapraklarını ve kabuğu soyulmadan halka halka dilimlenmiş limonu koyup kaynatın. Tarifin orijinalinde suya maydanoz yaprakları da katıyor. Ben koymadım. Karar size kalmış. Kaynayan suya somonu derisi altta kalacak şekilde yerleştirin. Somonun üstü tamamen kapanmazsa biraz daha su ekleyebilirsiniz. Tencerenin kapağını kapatıp 8 dakika pişirin. (tencereyi kapatmazsanız 10 dakika pişirmenizi tavsiye ederim). Somonu geniş bir tabağa yerleştirin ve soğuması için kenara alın. Gene tarifin orijinalinde üzerini kapayıp buzdolabında üç saat bekletiyor. Biz çok açtık, dolayısıyla öyle yapmadık ve ılık ılık süper oldu.

Yanına ince kıyılmış nane, rendelenmiş ve suyu süzülmüş salatalık, limon kabuğu rendesi, sarımsak, limon suyu ve 1 kaşık zeytinyağı ile süzme yoğurttan cacık yapın. Balıkla birlikte ne kadar güzel gittiğini deneyip görmeniz lazım! Biz şarabın kalanınıda yemekle beraber içtik. Yani tavsiyem beyaz şarap. 

Hepinize afiyet olsun !!!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder