27 Temmuz 2011

maydanozun en güzel hali salatası



Çok üzgünüm yine uzunca bir ara verdim. Malum, doktora yapıyorum, kolay değil, ne olur mazur görün artık... Ama bu uzun arada bol bol yedim, içtim, okudum, yepyeni yemekler hayal ettim ve şimdi sırayla hepsini buraya ekleyeceğim. 
Şu sıra üzerine en çok düşündüğüm konulardan bir tanesi de yaz ve yaz yemekleri. Sanki damak tadımız da mevsimlerle değişiyor. Mesela ben ki çorba delisiyimdir, yazın aklıma babaannemim domatesli şehriye çorbasından başka çorba yapmak gelmiyor (ay şimdi tam da bunu yazarken şöyle acılı, bol körili mercimek çorbamı da özledim hani!). Hayır sıcakta insanın canı belki de bir şey çekmiyor o yüzden de yazın pek yemekle aramız olmuyor diyeceğim ama külliyen yalan, benim canım özellikle de yaz akşamları böyle dışarılara efil efil masalar kurulsun, rakılar, şaraplar içilsin saatlerce oturulsun istiyor. Öyle karpuz peynirle akşam yemeği geçiştirebilenlerden değilim yani anladığınız gibi. Ama işte yaz geldi mi bir evde yemek yapma tembelliği oluyor, sıcaktan herhalde... Yani düşünsenize fırın yanmış 200 derecede, siz önüne eğilmişsiniz, saatlerce şöyle hallicene bir tavuk budu pişiriyorsunuz şaraplı sosta. Yok, olacak iş değil, insan sıcaktan fırına ihtiyaç duymadan fenalaşıyor zaten. Dolayısıyla kendimize göre yaz menüleri oluşturuyoruz. En tembellerimiz de karpuz peynirle takılıyorlar (kızmak yok, biz de seviyoruz o ikiliyi, hele de yanında bir duble rakıyla!)
Benim şu sıralar favorim, Ottolenghi'nin yaban turplu taze patates salatası, yanına da somon füme... yani minimum efor maksimum lezzet. Tarifi buradan bulabilirsiniz. Yanlarına bazen bir de taze maydanoz salatası ekliyorum, süper bir üçlü oluyorlar. İşte bugün o maydanoz salatasının tarifini vereceğim. Denediğiniz zaman mutlaka bana yazın, beğeneceğinize eminim.

                                       

maydanozun en güzel hali salatası 

Malzemeler:

1 demet maydanoz
1/2 demet taze nane
4-5 orta boy taze soğan
4-5 çengelköy badem salatalık
1 avuç köftelik bulgur
Sumak ekşisi /nar ekşisi /balzamik üçlüsünden herhangi biri
zeytinyağı
tuz-karabiber

Baştan söyleyeyim, yapımının en zor yanı maydanozları yıkamak. Artık olsun o kadar. Şaka bir yana, tüm malzemeleri incecik kıyıyorsunuz bir güzel. Bulguru azıcık sıcak suyla ıslatıp, bir kenarda on dakika bekletip kabartıyorsunuz. Sonra da hepsini büyük bir kapta karıştırıyorsunuz. Zeytinyağını ve ekşisini de eklediniz mi dilediğiniz kadar, hepsi tamam!  İsterseniz içine küp küp kesilmiş renkli biberlerden veya 5-6 tane yarıya bölünmüş kiraz domates de ekleyebilirsiniz, çok yakışıyor.

Özlemişim bloğumu yahu! Afiyet olsun!

11 Mayıs 2011

Fırında Kuşkonmazlı Tavuk


Kuşkonmaz serisine devam. Hem çok hafif hem de çok lezzetli ve pratik. Tavuğu ben genelde bütün alıyorum ve kendim parçalarına ayırıyorum. En azından gerçek bir tavuk yediğim duygusu veriyor bana. Tarif Jamie'nin "Cook with Jamie" kitabından uyarlandı. Bence Jamie'nin en güzel kitabı bu arada ama maalesef henüz Türkçe'ye çevirilmedi.

Malzemeler

1 demet kuşkonmaz
2-3 orta boy domates ( Jamie, kiraz domates kullanıyordu)
4-5 diş taze sarımsak
Biberiye
Tuz
Karabiber
Bir bardak beyaz şarap
Zeytinyağı
Limon kabuğu rendesi

Hazırlanışı:

Tuz, karabiber, sarmısaklar, limon kabuğu ve biberiyeyi zeytinyağı ile havanda döverek karıştırın. Bu karışıma beyaz şatrabı da ekleyin. Kuşkonmazları temizleyin ve 4-5cm uzunluğunda kesin. Domatesleri dörde bölün. Tüm sebzeleri ve tavuğu bir fırın kabına alıp hazırladığınız sıvı karışımla iyice ovun.



Fırını 200C ye ayarların. Fırın kabının üstünü alüminyum folyo ile kapatarak 1 saat pişirin. Üzerini açıp tavukların üstü kızarana kadar yaklaşık yarım saat daha pişmesini bekleyin.
Yanında beyaz şarap ve çıtır yufka ile servis yapabilirsiniz.


Afiyet olsun!!   

10 Mayıs 2011

Michael Pollan'nın Yemek Kuralları : Eat food. Not too much. Mostly Plants.

Bugün geçen hafta keşfedip kelimenin tam anlamıyla bir çırpıda okuduğum "The Omnivore's Dilemma" ve "Food Rules" adlı kitaplardan bahsetmek istiyorum. Kitapların yazarı olan Michael Pollan Berkeley üniversitesinde gazeticilik bölümünde profesör, aynı zamanda New York Times tarafından "liberal, foodie ve entellektüel" olarak tanımlıyor.  Pollan, kafayı biraz yediklerimizin geldiği yer, kalitesi ve doğanın düzeni ile bozmuş. Yemeğin, yani tüm doğal ve işlenmiş gıda ürünlerinin, masamıza gelene kadar hangi aşamalardan geçtiğini, tohumdan son ürüne kadar ne tarz sanayi proseslerine maruz kaldığını ve tarım sektörünün nasıl bir endüstri ("agribusiness")  haline geldiğini etkileyici ve basit bir dille anlatıyor. Özellikle Amerika'daki yeme alışkanlıklarının ve tüketilen besin maddelerinin değişmesi sonucunda kendi ebeveynlerinden daha kısa yaşam beklentisi olan ilk neslin nasıl ve neden oluştuğuna - ve oluşturulduğuna-  çarpıcı açıklamalar getiriyor.

Maalesef benim bulabildiğim kadarıyla, Food Rules ve In Defence of Food henüz Türkçe'ye çevrilmemiş. Eğer ingilizcesini okumak isterseniz dili oldukça yalın.

Fakat dikkat okuduklarınız kesinlikle hoşunuza gitmeyecek, bu kadarını şimdiden söyleyebilirim.

Pollan'nın yemek kuralları oldukça basit, temel prensibi: "Yemek (yemek olarak tanımlanabilen besinleri) yiyin. Çok fazla yemeyin. Çoğunlukla bitki yiyin." (Eat food. Not too much. Mostly plants).  Bu üç cümlecik kitapların temelini oluşturuyor. Food Rules'da doğru beslenebilmek için hergün yapmamız geren seçimleri çok basit temellere dayandırılarak anlatılıyor. Örneğin kurallarından bazıları:

  • "İçerisinde beşten fazla madde bulunan hazır besinleri almayın", 
  • "Normal bir insanın mutfağında bulunmayan ürünleri içeren besinleri tüketmeyin" (askorbik asit, monosodyum glutamat, stabilizatör???) 
  • "Bir yiyecek tüm dillerde aynı isimle anılıyorsa gerçek yemek değildir (Pringles, Big Mac, vs)" gibi...

"The Omnivore's Dilemma"(Türkçe'ye Pegasus yayınları tarafından Etobur-Otobur İkilemi olarak çevrilmiş) ise yemek endüstrisinin tarladan başlayarak süpermaretlere oradanda soframıza gelene kadar ne tür politikalar izlediğini ve neleri hedeflediğini anlatıyor. Marketten alışveriş yapan herkesin her iki kitaba da sahip olması bence kesinlikle şart. Zaten dediğim gibi kitaplar çok güzel bir dille yazılmışlar ve bir solukta okunuyorlar.

Şiddetle tavsiye olunur!!!

5 Mayıs 2011

Spargelzeit...



Spargelzeit, yani Almanca "kuşkonmaz zamanı". Nisan ortasından haziran aynın başına kadarki kısacık zaman dilimi kuşkonmaz mevsimidir. Ülkemizde çok fazla tanınmayan ve hak ettiği yeri henüz bulamamış olan bu güzel sebze özellikle Almanya, Fransa, Hollanda'da ve Asya mutfağında (Çin ve Tayland) baş tacı edilir. Yeşil, beyaz ve mor olma üzere üç çeşidi vardır. Yeşil kuşkonmaz tüm dünyada tüketilirken, daha tatlı ve yumuşak olan beyaz kuşkonmaz Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda'da revaçtadır.  Bizde daha çok rastlanan mor çeşidinin ise kökeni İtalya'dır.

Çok düşük kalorili ve zengin bir lif kaynağı olan kuşkonmaz yükek miktarda B, A, C, E, K vitaminleri ve kalsiyum, magnezyum, çinko gibi mineralleri bol miktarda içerir. Dünyadaki en önemli kuşkonmaz üreticileri ise sırasıya Peru, Çin ve Meksika'dır.

Evet, bu kadar ansiklopedik bilgiden sonra ben de blogumdan resmi olarak kendi kuşkonmaz mevisimimi açıyorum! İlk tarifim "Kuşkonmazlı bahar makarnası". Basit, lezzetli, sağlıklı.



Malzemeler

250 gr kepekli burgu makarna
1 demet kuşkonmaz
2 yuvarlak kabak
3 diş sarımsak
1/2 limonun suyu 
1 limon kabuğu rendesi
parmesan
tuz 
karabiber
zeytinyağı

Kuşkonmazların alt kısımlarından yaklaşık 3-4 cm lik bir kısmı keserek atın. Bu bölüm çok sert olduğundan yenmesi zordur. Baş kısımlarından yine 4 cm'lik bölümü kesip kenara ayırın. Bu parçaları makarnanın suyu ile birlikte kısa süre pişirmeniz yeterli olacaktır. Kuşkonmazların gövdelerini ince ince doğrayın. Zeytinyağını geniş bir tavada kızdırın. Sarmısakları doğrayıp renkleri şeffaflaşana kadar tavada, 1 dakika,  çevirin. Kuşkonmazları ve rendelenmiş limon kabuğunu ekleyin. Ara ara karıştırarak 20 dakika kadar pişirin. Bu sırada kabakların kabuklarını alacalı doğrayın ve kabakları yarım ay şeklinde ince ince dilimleyin. Kuşkonmazlar pişince (yumuşamış fakat hafif diri olmalılar) bir kenara alın ve aynı tavada kabakları 7-8 dakika soteleyin. Kabaklarda hafif diri kalsın. Daha sonra makarnayı tuzlu suda paketin üzerinde yazan zamana göre pişirin. Son 6 dakikada makarnanın suyuna ayırdığınız kuşkonmaz başlarını da ekleyin. Makarnanın suyundan bir fincan ayırdıktan sonra süzün (ve lütfen çalkalamayın!!!) . Makarnayı, kabak ve kuşkonmazlarla beraber tavada karıştırın. Limon suyunu ve parmesanı ilave edin. Eğer ihtiyaç duyarsanız makrnanın suyundan da ekleyebilirsiniz. 
Üzerine taze karabiber ve rendelenmiş parmesan koyarak servis yapın.

Afiyet olsun!

2 Mayıs 2011

"Dis-moi ce que tu manges, je te dirai ce que tu es"

Tam 5 aydır yazmamışım bloğuma. Araya blogspot'un kapanıp-açılması, seyahatler, yeni tarifler, doktora çalışmalarım yani hayatın koşuşturması girdi kısacası... 

Malum önümüz artık yaz, baharın en güzel günlerini yaşanmaya başladık. Hava ılık, püfür püfür bir rüzgar esiyor. Sizin de canınız açık havada oturup bir kadeh beyaz şarap içmek istemiyor mu? Neyse ki geçen hafta üç gün Antalya, haftasonu da İznik yaparak bu açıkhava özlemimi biraz da olda giderdim ben.

Yaza yaklaşmaktan bahsetmişken, baharla beraber yeni kararlar da aldım tabiki de. Bunlardan ilki yediklerime daha fazla dikkat etmek. Hatta deyim yerindeyse biraz yeme-içme snobu olmak bundan sonra. Sağlıklı beslenip lezzetten ödün vermemek. Tam olarak bir kilo verme çabası değil bu, daha çok "ne yiyorsan o'sundur" felsefesini benimsemek, dolayısıyla da kendimi "utandıracak" şeyler yememek ama yediğim hiçbir şeyden de pişmanlık duymamak, sadece keyif almak. Bu düşünce ilk 1800'lü yılların başlarında ortaya çıkmış: "Dis-moi ce que tu manges, je te dirai ce que tu es" (Anthelme Brillant-Savarin, Phisiologie du gout), 1863 'te Almanya'ya ulaşmış "Der Mensch ist, was er isst". Her iki deyişte de anlatılmak istenen insanın yediklerinin beden ve ruh sağlığı üzerinde etkili olduğudur. Bu cümle ingilizceye 1942 yılında Victor Lindlahr'ın "You are what you eat: how to win and keep health with diet" kitabı ile girmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. 

Neyse, çok uzattık konuyu. Kısacası benim de uygulamak istediğim düşünce buna benziyor. Keyif ve sağlık için yemek. 
Kendimce üç tane ana kural belirledim:
1. Abur-cuburdan kesinlikle uzak durmak (işlenmiş-hazır gıdaları, MSG içeren besinleri vücuduma sokmamak)
2. Alkol'ü azaltmak (daha doğrusu gereksiz kalori almamak için sadece kaliteli alkol almak)
3. Porsiyon kontrolü (sadece bir tabak yediğinizde hiç bir yiyecek fazla kalorili veya zararlı olmaz)

Evet bu kadar filozofi yeter. Şimdi sizin için de iyi bir başlangıç olabilecek çok nefis bir önerim var: Suda somon ve limonlu cacık!! Sakın balıkla yoğurt yenmez demeyin, zira bu tabu artık yıkıldı, bu ikilinin lezzeti sizi gerçekten şaşırtacak üstelik yediğiniz en hafif somon balığını (yağının önemli bir kısmı suya geçiyor) evinizi hiç kokutmadan ve 5 dakika içinde hazırlamış olacaksınız. Tarif Ellie Krieger'dan.  



Malzemeler:
2 su bardağı su
2 su bardağı beyaz şarap
1 limon
2 adet defne yaprağı
Somon fileto (derisi üzerinde kalmalı)

Bir tencereye suyu, şarabı, defne yapraklarını ve kabuğu soyulmadan halka halka dilimlenmiş limonu koyup kaynatın. Tarifin orijinalinde suya maydanoz yaprakları da katıyor. Ben koymadım. Karar size kalmış. Kaynayan suya somonu derisi altta kalacak şekilde yerleştirin. Somonun üstü tamamen kapanmazsa biraz daha su ekleyebilirsiniz. Tencerenin kapağını kapatıp 8 dakika pişirin. (tencereyi kapatmazsanız 10 dakika pişirmenizi tavsiye ederim). Somonu geniş bir tabağa yerleştirin ve soğuması için kenara alın. Gene tarifin orijinalinde üzerini kapayıp buzdolabında üç saat bekletiyor. Biz çok açtık, dolayısıyla öyle yapmadık ve ılık ılık süper oldu.

Yanına ince kıyılmış nane, rendelenmiş ve suyu süzülmüş salatalık, limon kabuğu rendesi, sarımsak, limon suyu ve 1 kaşık zeytinyağı ile süzme yoğurttan cacık yapın. Balıkla birlikte ne kadar güzel gittiğini deneyip görmeniz lazım! Biz şarabın kalanınıda yemekle beraber içtik. Yani tavsiyem beyaz şarap. 

Hepinize afiyet olsun !!!



21 Aralık 2010

Erken Yılbaşı ve Naneli Pilav




Yılbaşı gecesi birlikte olamayacağımız dostlarımızla erken bir yılbaşı kutlaması yaptık bu sene. Menüyü internette ve evdeki kitaplarda araştırmalar yaptıktan ve eldeki malzemeleri gözden geçirdikten sonra yarı-klasik olacak şekilde oluşturdum. Maalesef hepimiz yemeğe daldığımız ve bende servisle uğraştığım için fazla fotoğraf çekemedik. Olsun herşey çok güzel oldu, yedik içtik keyifli bir gece geçirdik. Tarifleri de yavaş yavaş burda yayınlicam. 

Öncelikle yılbaşı dönemi evinde misafir ağırlayacaklar için oluşturduğum menüyü paylaşmak istiyorum, belki sizlerde ne yapsam diye kafa patlatıyorsunuzdur şu sıralar.

Aperatif olarak üç çeşit kanape hazırladım. İlki tapenade sosluydu. Ben benimkini Paris'ten getirmiştim ama aslında Güney Fransa'ya özgü olan bu sosu evde de kolaylıkla hazırlayabilirsiniz. İçerisinde zeytin ezmesi, ançuez, kapari, sarımsak ve zeytinyağı var. İkinci çeşit humuslu ve pastırmalıydı. Humusu evde kendim yaptım, hafif ekşimsi güzel bir kıvamda oldu. Kanapelerin üzerine pastırmayla birlikte çok yakıştı. Tarifini yakında paylaşıcam. Üçüncü çeşit ise somon füme, labne ve bir parça yabanturbu sosu ile yaptığım Alman usulü kanapelerdi. Oldukça popüler olduklarını söylememe gerek yok herhalde.

Bunların yanı sıra Rani peynircilikten aldığımız dört çeşit peynirden oluşan ufak bir peynir tabağı da aperetif olarak idealdi. Biraz reklama giriyor ama marketlerde satulan kötü fransız peynirlerine dünyanın parasını vereceğinize Akaretler'deki Rani peynirciliğe ara sıra uğramanızı tavsiye ederim. Farkı görüceksiniz.



Başlangıçlar iki çeşit soğuk meze ve iki çeşit salatadan oluşuyordu: Çerkez tavuğu ve ekşi elmalı kereviz salatası ile kuru incirli, portakallı karışık salata ve narlı roka salatası. Hepsinin tariflerini yakında yazıcam umarım.

Ara sıcak olarak brokoli ve karidesli mini kişler hazırladım. Bence gerçekten çok güzel olmuşlardı. Bilmem konuklarım ne düşündüler (yorumlar lütfen!).

Ana yemek ise kurban bayramından sakladığım koyun budu ve yanında naneli pilav ve Cafe Fernando'da görüp denediğim (ve bana brüksel lahanasını ilk defa gerçekten sevdiren!) kremalı brüksel lahanasından oluşuyordu. 

Etten geriye kalanlar...

Etin tarifi başka bir yazıya!

O kadar çok tarif sözü verdim ki bakalım bu ay bunların hepsini yetiştirebilicek miyim! Neyse gelelim bugünkü yazının başlığına: Naneli Pilav

Dediğim gibi o gece fotoğraf çekemeden yemeye koyulduğumuz için pilav, et
ve brüksel lahanası yanyana fotoğraflanamadılar!

Bu pilavı sıklıkla anneannem yapar bende normalde çok pilavcı olmamama rağmen çok severim. Özellikle ağır kırmızı etlerin yanında insanı ferahlatan bir tadı vardır. Ananemin tarifi normal baldo pirinç ile. Ben yasemin pirinci kullandım. Tercih size kalmış.

Malzemeler

2 su bardağı yasemin pirinci
2,5 su bardağı su
1 demet taze nane
1 çorba kaşığı kuru nane
6-7 adet taze soğan
1,5 çay kaşığı kırmızı pul biber
tereyağı
tuz, karabiber

Hazırlanışı

Naneyi ve soğanları çok ince kıyıp tereyağında hafifçe kavurun. Fazla pişirip renklerinin kararmamasına dikkat edin, pilavınızın güzel bir yeşil rengi olmalı. Kuru naneyi ekleyin. Pirinçleri bol su ile defalarca yıkayın. Defalarca derken ciddiyim. Pilavınızın tane tane olmasını istiyorsanız pirinci üzerindeki nişastadan arındırmalısınız. Tencereye 2,5 bardak suyu ve pirinçleri ekleyin. Kaynamaya başladıktan sonra altını kısıp 13 dakika pişirin. Sonra ocağı kapatıp 10 dakika dinlendirin. 10 dakikanın sonunda pilavınızı tahta bir kaşık ile çok ezmeden karıştırıp bir parça daha tereyağı ekleyin. Tuz ve karabiberini ayarlayıp tadına bakın. Tencerenin ağzını kağıt havlu veya mutfak bezi ile kapatıp en azından 20 dakika daha dinlendirin. Servisten önce ekleyeceğiniz tereyağı çok önemlidir. Ben çok yağlı pilav sevmem bu nedenle tereyağının miktarını belirtmedim. Siz de damak zevkinize göre ekleyebilirsiniz ama en sonda eklediğiniz tereyağını asla es geçmeyin çünkü pilavın parlak ve daha lezzetli olmasını sağlar.

16 Kasım 2010

İyi Bayramlar

Bayramdan önce Paris'ten Julie'nin evinden ufak bir manzara... Şarap ve peynirle geçen mutlu günlerin sonunda acaba tuzlu tereyağından daha muhteşem bir şey olabilir mi acaba diye soruyor insan kendine...


Ve sonrasında İznik'te bayram ve günbatımı. Herkese sağlıklı, bol yemeli içmeli, mutlu bayramlar efendim.









Balkabağı Çorbası




Artık resmi olarak sonbahar geldi bence. Eylül-ekim , tamam biraz sonbahardı ama kasım ayı kesinlikle sonbahar olmalı. Bundan sonra akşamları çorba içme, haftasonları vicdan azabı çekmeden öğlene kadar evde tembel tembel pijamalarla gezme, sinemaya gitme, amaçsız sokaklarda dolaşıp sıcak bir kahve için bir kafeye girme ve muhteşem romanlar okuma zamanı. 
Dediğim gibi, her ne kadar halen pastırma yazını yaşıyor olsak da benim için sonbahar kasımda başlar. Bu nedenle çorba mevsimi de resi olarak açılmış oluyor. Son günlerde sevgilimle sık sık zencefilli tavuk suyuna noodle çorbası yaptık ve itiraf etmeliyim ki vazgeçilmez mercimek çorbamın yerini almaya şimdiden aday oldu bu çorba. Ama bugünkü yazmın konusu şimdilik değil. Bugün çok uzun zamandır aklımda olan, rastladığım her menüde mutlaka denediğim, bir iki kere dost sofralarında denk geldiğim ve yapmak için fırsat kolladığım balkabağı çorbası.


Size de olur mu bilmiyorum ama bazı yemekleri yapmak için ben belli koşulların oluşmasını yada özel günleri bekliyorum mutlaka. Nihayet bu seneki geleneksel noel yemeğinde giriş yemeği olarak balkabağı çorbası yapmaya karar verdim de en sonunda bu çorbanın da denemelerine başlayabildim. 2-3 çeşitlemeden sonra elde ettiğim sonuçtan da çok memnunum üstelik. Çorbanın temeli zaten genel olarak tüm tariflerde aynı. Ben "le soup book" adlı kitaptaki tarifi kullandım.


Yanlız tarifteki defne yapraklarını eklemek yerine çeşitli baharatları denedim. Balkabağının hafif tatlımsı tadına en çok köriyi yakıştırdım. Bakalım sizler de benimle hemfikir olacak mısınız?

Malzemeler
1 kiloluk ayıklanıp doğranmış tatlı kabak
2 orta boy patates
1 yemekkaşığı zeytinyağı
köri
tuz
taze çekilmiş karbiber
1 top tereyağı

Yapılışı

Patatesleri ve kabağı küçük küpler şeklinde doğrayıp 5 dakika boyunca derin bir tecerede zeytinyağında çevirin. Üzerini kaplayacak kadar su ekyin ve sebzeler yuuşayıncaya kadar pişirin.


El mikseri ile ezin. Tuzunu ve karabiberini ayarların. Köriyi istediğiniz lezzete ulaşana kadar ilave edin. Servis yapmadan önce ayrı bir kapta tereyağını eritin, kırmızı biber ekleyip yağı iyice kızdırın ve her porsiyonun üzerine 1 tatlı kaşığı koyun.




Afiyet olsun!
  

11 Ekim 2010

Fırında fesleğenli & parmesanlı tavuk

Sanırım bu bir ilk. Yemeği yedikten hemen sonra ilk iş bilgisayarın başına oturdum ve yazıyorum ama yediğim şey o kadar muhteşemdi ki siz de yaptıktan sonra bana hak vereceksiniz, eminim.  
Biraz kendi kendime övünmek oldu bu farkındayım. 
Öte yandan yaptığım yemekle de Amerika'yı yeniden keşfetmedim yani... 
Gene de inanılmaz derecede lezzetli, basit, hafif bir yemek yapmak istediğinizde işte budur diyebileceğim bir tarif bu. İşte bu, gerçekten, denemelisiniz, daha fazla birşey söylemeyeceğim.
Tavuğun yağsız göğüs etini bugüne kadar hiç bu kadar lezzetli yemediniz. İddalıyım.
Hafiften film fragmanı havasında oldu bu giriş. Daha fazla uzatmadan tarife geçsem iyi olur.



Malzemeler

2 dilim tavuk göğsünden çıkarılmış fileto parçaları
2 diş sarmısak
1 büyük çanakkale domates ( sulu ve yumuşak olanlrını tercih edebilirisiniz)
3-4 yaprak taze fesleğen
1 çay bardağı kırmızı şarap
5-6 dilim parmesan 
tuz, karabiber

Bu arada ufak bir not, fesleğeninizi evinizde bir saksı içinde yetiştirirseniz belki pesto sosu yapmanıza yetecek kadar olmasa da makarnalar ve bu tarif için bol miktarda taze fesleğeniniz olur.

Hazırlanışı

Domatesin kabuğunu arka tarafından artı işareti şeklinde kesin. Çukur bir kaba koyun ve üzerine kaynar suyu döküp 1 dakika kadar bekleyin. Daha sonra domatesi soğuk sudan geçirin ve elinizle kabuklarını sıyırın. Küp küp doğrayın. 
Fesleğen yapraklarını doğrayıp yarısını ayırın. 




Fırının ızgarasını üstten yakın, 220 dereceye ayarlayın.
Tavuk göğüs etini ince fileto halinde kesin (bu iş için yeterince sivri bir bıçağınız yoksa marketteki et reyonunda bunu yapmalarını rica edebilirsiniz).
Tavaya 2 çorba kaşığı kadar zeytin yağını koyun. İki diş sarmısağı ufak ufak dilimleyip yağda bir miktar kızdırın. Tavukları ekleyin ve önlü arkalalı güzelce kızarana kadar pişirin. Kurumamasına dikkat etmelisiniz. İnce dilimler çok çabuk pişer. Tavuk etlerini tuzlayıp karabiberledikten sonra bir fırın kabına dizin. 


                            

Tavukları pişirdiğiniz tavaya domatesleri ve fesleğenin yarısını ekleyin. Orta ateşte pişirmeye başlayın. 5 dakika kadar sonra kırmızı şarabı ekleyin ( eğer şarabınız yoksa bu aşamada balzamik sirkesi de kullanabilirsiniz). Bir kesme şekeri domatese karıştırın. Beş dakika daha pişirin. Bu noktada şarabın alkolü uçmuş, mayhoş tadı ve aroması kalmış olmalıdır.

Domates sosunu henüz suluyken tavukların üzerine dökün. Kalan fesleğeni üzerine serpiştirin. 10 dakikalığına fırına verin. 10 dakika sonra hafifçe çıkarıp üzerini parmesan dilimleri ile kaplayın ve parmesan eriyip hafifçe kızarana kadar yani yakaşık bir 5 dakika daha fırında pişirmeye devam edin. Bu noktada tabiki de kullandığınız parmesanın kalitesi büyük fark yaratacaktır. Fakat çok kaliteli bir parmesan bulamasanız bile kesinlikle hazır rendelenmiş parmesanlardan satın almayın. Aldığınız kalıp parmesanı ya bir peynir bıçağı ile ince kesin yada kullanmadan hemen önce rendeleyin.


Bu yemeği eğer mevsiminde güzel bir domates ile yaptıysanız içinde oldukça güzel bir domates suyunuz kalacaktır. Yanına sade makarna veya beyaz pilav servis ederseniz bu sosu kullanabilirsiniz.


Afiyet olsun!!





1 Ekim 2010

Yeşil Çorba



Evet tam tahmin ettiğiniz gibi yeşil, kalorisi mümkün olduğunca az ve rejim için uygun ama kesinlikle seviceksiniz bu çorbayı, söz. 

Haşlanmış / buharda pişmiş sebzeleri seviyorum tabi ama gelin dürüst olalım, üzerlerinde biraz zeytinyağı limon belki hafif sarmısaklı bir sos gezirmezseniz eğer, hele de gereğinden azıcık fazla pişirirseniz pekte iç açıcı olmuyor tatları. İşte tamda bu noktada bu çorbayla kendinizi garantiye alıyorsunuz. Hem tadı muhteşem, hem de sebzelerin tüm vitamininin olduğu suyu içiyorsunuz. (Ayrıca doyuyorsunuz!)

Malzemeler

1/2 demet ıspanak
1/2 demet brokoli
1 avuç maydanoz
2 pırasa
1 ufak kereviz
2 ufak kabak
1-2 yaprak taze fesleğen
1 ufak parça zencefil
1/2 limet suyu



Hazırlanışı

Tüm sebzeleri kabaca doğrayın. Zencefili ince rendeleyin. Büyük bir tencerede 30 dk kadar pişirin. Daha sonra el blenderı ile ezin. Tabakta zeytinyağı ve kruton, dilerseniz pul kırmızı biber ile servis yapın. 
Soğuk kış akşamlarında zencefilin genzinizi yakan tadına bayılıcaksınız...

Afiyet olsun!


29 Eylül 2010

Biberli-kimyonlu Omlet

Kusura bakmayın bir süredir kilo vermeye çalışıyorum, haliyle de yemek projelerine biraz ara vermek zorunda kaldım. Tabi yarım kibrit kutusu peynir, üç zeytinle hayat geçmiyor ama ne yapalım katlanıcaz artık. 

Dün akşam ofisten epeyce yorgun geldim  ve spora gitmeden önce de hızlıca proteince zengin birşeyler yemem gerekiyordu. Konserve ton balığıyla bir süre birbirimize düşman gözlerle baktıktan sonra dolaba yönelip eski dostum yumurtaları gördüm. Yumurtanın her çeşidini çok severim, sabah-akşam fark etmez, hem pratik, hem lezzetli, hem besleyicidir ( daha iyisi can sağlığı demek istiyorum)...

Omlet fikrini kafama koyduktan sonra sebzeliğe yöneldim ve gördükçe aldığım, bu nedenle de asla tamamen tükenmeyen kırmızı biberlerimi ve annemin İznik'ten getirdiği ince yeşil biberleri gözüme kestirdim. Kimyonlu ve körili omlet zaten ara ara yaptığım bir yemekti. Biberlerin hafif acısıyla da mükemmel bir uyum oldu. Hafiften bir hint yemeği aroması verdi...





 Malzemeler

3 yumurta
1/2 çay kaşığı kimyon
1/2 çay kaşığı köri
2 yeşil sivri biber
2 kırmızı sivri biber
1 diş sarmısak
zeytinyağı
tuz-karabiber


Hazırlanışı

Biberleri ve bir diş sarmısağı ince ince doğrayıp 1 tatlı kaşığı zeytinyağında soteleyin. Kimyon ve köriyi ekleyin. Yumurtaları ayrı bir kapta hafifçe çırpın ve kızgın tavaya geçirin. Bir spatula ile omletin kenarlarını toparlayın, aynı zamanda orta kısımlardan hafif sıyrıklar açarak pişmesini sağlayın. Yumurta kesinlikle çok pişirilmememli, hafif yumuşak/sulu kalmalıdır. İsteğinize göre tuz ve taze çekilmiş karabiber ekleyin.

                                       

Afiyet olsun!

6 Eylül 2010

Patlıcanlı Pide Bruschetta




Annem İznik'ten iki haftadır devamlı patlıcan getiriyor. Yiyebiliceğimden daha fazla patlıcanım var ama o kadar da güzeller ki tüketmenin kolay bir yolunu bulmaya çalışıyorum. Tabi ki Türk mutfağında patlıcanla yapılabilecek bir çok yemek var ve hepsine de bayılırım ama şu sıra maalesef karnıyarık yapıcak vaktim yok! 

Daha pratik bir şekilde patlıcanlarımı tüketmek zorunda olduğumdan geçenlerde smitten kitchen da gördüğüm bruschetta'ları hatırladım. Ufak bir iki değişiklikle oldukça lezzetli ve pratik oldu. Çoğunlukla domatesin hakim olduğu bruschetta piyasasına patlıcan iyi bir alternatifmiş gerçekten de. Kim bilir belki de bunun nedeni patlıcan ve domatesin (ve hatta patatesin) biyolojik olarak aynı cinsten gelen bitkiler olmasıdır. 




Patlıcan çekirdekleri diğer tüm yenilebilen bitkilerden daha yüksek oranda nikotin içerir (yanlız bu yolla nikotin almak isteyenlere ufak bir uyarı; tek bir sigaraya eşdeğerde nikotin almak için yaklaşık 9 kg patlıcan yemeniz gerekiyor!). Çekirdeklerin içerdiği bu nikotin aynı zamanda patlıcana hafif acımsı bir tat verir. Bu nedenle patlıcanlar pişirilmeden önce en az 15 dakika bol tuzlu suda bekletilmelidir. Tuzlu suda bekletmenin bir diğer nedeni ise patlıcanın süngerimsi yapısının içerdiği hava boşluklarının küçültmek ve dolayısı ile pişirirken daha az yağ çekmesini sağlamaktır.

Malzemeler

4-5 adet orta boy patlıcan
3-4 diş sarmısak
2 dilim beyaz peynir
Taze kekik
Taze maydanoz
Kırmızı pul biber
2 çorba kaşığı balzamik sirkesi
6 çorba kaşığı zeytinyağı
tuz-karabiber

Hazırlanışı
Patlıcanları küp küp kesin. Tuzlu suda 15 dakika bekletin, çalkalayıp durulayın ve bir kağıt havlu ile güzelce kurulayın. Bir fırın tepsisinde, taze kekik dallarını, tuzu, karabiberi, kırmızı biberi ve ince doğranmış sarmısağı karıştırın. Zeytinyağını ve balzamik sirkesini ekleyin.



Patlıcanları bu karışım ile harmanlayın ve önceden 180 dereceye ısıtılmış fırında, ara ara karıştırarak, pişirin. Pideleri ( veya dilediğiniz ekmeği ) dilimleyin ve hafifçe kızartın. Kızarmış ekmek dilimlerinin üzerine ikiye böldüğünüz büyükçe bir diş sarmısağı bastırarak sürün.
Patlıcanlar fırından çıkıp biraz ılındıktan sonra ufak parçalanmış beyaz peyniri ve ince kıyılmış maydanozu ekleyin ve karıştırın. Tadına bakarak tuzunu ve karabiberini ayarlayın. 
Bu karışımı ekmeklerin üzerine paylaştırın. 



Afiyet olsun!

1 Eylül 2010

Brownie



Bu tarifi Jamie'nin "Cook with Jamie" kitabını alır almaz yapmıştım. "Cook with Jamie"  nin, ilk Jamie Oliver kitabım olması dolayısı ile bende ayrı bir yeri vardır. Birçok yemek kitabının aksine içindeki tariflerin hepsi çok güzel ve uygulanabilir tarifler. Gerçi bunu Jamie'nin tüm kitapları için söylemek mümkün bence ama dediğim gibi "Cook with Jamie" benim ilk göz ağrım.


Kitaptaki Brownie tarifi ise ayrı bir güzel. Eğer siz de benim gibi bitter çikolata sevdalısıysanız bu Brownie'yi mutlaka denemelisiniz. Julia Child'ın "foolproof mayonnaise" i gibi bu da "foolproof" bir brownie! Kesinlikle kusursuz! En güzel yanı ise, bir kere temel tarife hakim olduktan sonra insanı çeşitlemeler denemeye itiyor olması. Dilerseniz içine fındık, ceviz, portakal kabuğu rendesi ya da vişne ekleyebilirsiniz. Benim bir sonraki projem ise tarife acı, taze kırmızı biberler eklemek. Bir nevi Lindt'in Chili'li siyah çikolatasının kıvamına ulaşmaya çalışmak diyelim. Sonucu size yazarım ama şimdilik biz temel tarife dönelim.



Malzemeler

250 gr tereyağı
200 gr siyah çikolata ( kakao oranı minimum %70 olmalı )
80 gr kakao
65 gr un
360 gr toz şeker 
1 çay kaşığı kabartma tozu
4 büyük boy organik yumurta

Hazırlanışı

Tereyağını ve çikolatayı bain-marie usulü eritin. Çikolata tamamen eridikten sonra eğer eklemek istediğiniz ekstra bir malzeme ( fındık, portakal kabuğu, vs) var ise ekleyin.  Fırını 180 dereceye ayarlayın. Unu ve kakaoyu bir kaba eleyin ve şeker, kakao ve kabartma tozu ile karıştırın. Erimiş çikolatalı karışımı kuru malzemelere ekleyin ve mikserle homojen bir karışım elde edene kadar çırpın. Yumurtaları ayrı bir kapta biraz çırptıktan sonra diğer malzemelerin üzerine ilave edin. İpeksi bir kıvam elde edene kadar mikserle karıştırın.


Kare bir borcamın içine yağlı pişirme kağıdı koyun ve karışımı bunun üzerin dökün. Fırında 30 dk pişirin. Brownie'nin dışı kıtır kıtır kalırken içi hafif ıslak olmalıdır. Pişip pişmediğini anlamak için kekin içine sivri bir bıçak batırın. Bıçak hafif kıtır bir kabuktan girdikten sonra gene hafifçe ıslak olarak çıkmalıdır. Pişirme kabında soğumaya bırakın. Soğuduktan sonra küçük kareler halinde kesin. Dilerseniz hafif ılık olarak yanına bir top vanilyalı dondurma ile servis yapabilir ya da kapalı bir kutuda bir haftaya kadar tazeliğini kaybetmeden saklayabilirsiniz!




Afiyet olsun!